Boşanma, sadece yasal bir prosedür veya bir ilişkinin sonu değildir; bir kimliğin, yaşam düzeninin ve geleceğe dair tüm varsayımların kökten sarsıldığı, dönüştürücü bir yaşam krizidir. Aile hukuku profesyonelleri ve psikologlar, boşanma sürecindeki bireylerin yaşadığı duygusal karmaşada, keder, öfke, suçluluk ve kaygının ötesinde, en baskın duygunun korku olduğunu sıkça gözlemler. Bu derin korku, kişiyi mutsuz veya doyumsuz bir evlilik içinde kalmaya zorlayarak, bilinmeyene doğru atılması gereken ilk adımı engeller.
Boşanma, eşin vefatı dışında yaşanan en stresli yaşam olaylarından biri olarak kabul edilir. Bu yoğun duygusal yük, boşanmayla yüzleşen bireylerin yaklaşık yüzde 50’sinde anksiyete veya depresyon rapor edilmesine neden olur. Bu makale, “Boşanmaktan korkuyorum!” sorusunun ardındaki bilişsel, duygusal ve sosyo-ekonomik katmanları bilimsel temellere dayanarak incelemekte ve bu anksiyeteyi yönetmek için kanıta dayalı, psikolojik stratejiler sunmaktadır.
Boşanma korkusu, modern ilişkilerin üzerinde gezinen bir “hayalet” (specter) algısı yaratır. Yüksek boşanma oranlarının olduğu toplumlarda bile, genç yetişkinler bu korku nedeniyle evliliği geciktirmekte veya birlikte yaşama gibi alternatif birliktelik biçimlerini tercih etmektedir. Bu durum, korkunun sadece kişisel bir başarısızlık algısından kaynaklanmadığını, aynı zamanda kültürel beklentiler ve sosyal normlarla karmaşık bir şekilde iç içe geçtiğini göstermektedir. Mutsuz bir evlilik içinde kalmaktansa bilinmeyeni tercih edememe halinin altında yatan temel mekanizmalar, bilişsel psikolojinin ve nörobilimin ilgi alanına girmektedir.
Boşanma Anksiyetesinin Bilişsel Kökenleri
Boşanma anksiyetesinin duygusal yoğunluğu inkar edilemez olsa da, bu korkuyu felç edici bir seviyeye taşıyan ana etkenler, beynin yerleşik düşünce kalıpları ve muhakeme hatalarıdır. Bilişsel çarpıtmalar, kişinin gerçeği yanlış yorumlamasına ve mantık dışı sonuçlara varmasına neden olarak, rasyonel bir karar verme yeteneğini sekteye uğratır.
Bilinmeyene Karşı İnsan Beyni: Statüko Yanılgısı ve Kayıp Kaçınma
Boşanma kararını ertelemenin en güçlü psikolojik nedenlerinden ikisi, Statüko Yanılgısı (Status Quo Bias) ve Kayıp Kaçınma Yanılgısıdır (Loss Aversion Bias).
İnsan doğası gereği değişime dirençlidir ve mevcut durumu, yani statükoyu korumayı tercih eder. Statüko Yanılgısı, mevcut durum hoş olmasa bile geçerlidir. Birey, evliliğin getirdiği kronik mutsuzluğa veya hatta istismara tahammül edebilir; çünkü bu durumlar, ne zaman ve ne şekilde ortaya çıkacağı bilinen, tanıdık sorunlardır. Oysa boşanma, beraberinde getirdiği finansal belirsizlik, sosyal değişim ve yalnızlık gibi tamamen bilinmez durumlar içerir ve bu belirsizlik, beynimiz için bilinen kötülükten daha tehdit edici algılanabilir.
Kayıp Kaçınma Yanılgısı ise, bireyin potansiyel olarak kazanacaklarından (özgürlük, huzur, duygusal esenlik) ziyade, kaybedeceği şeylere (ortak konut, yaşam standardı, sosyal çevre) odaklanma eğilimini tanımlar. Örneğin, kişi aldatılma acısından kurtulma ihtimaline odaklanmak yerine, mevcut yaşam standardını veya çocuklarının evini kaybetme korkusuna odaklanabilir. Bu odaklanma, karar verme sürecinde bir blokaj yaratır.
Bu iki biyolojik eğilim, mutsuzluktan kurtulmayı mantıksız bir şekilde engelleyen bir bilişsel tuzak kurar. Kişi, bilinçaltında bu değişimi yönetme kapasitesine sahip olmadığına dair çarpıtılmış bir inanç besleyebilir. Bu nedenle, boşanma anksiyetesinin aşılması, sadece pratik adımlar atmayı değil, aynı zamanda kişinin kendi yeterliliğine dair çarpıtılmış inançlarını hedef almayı gerektirir.
Boşanma Korkusunu Besleyen Temel Bilişsel Çarpıtmalar
Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), boşanma anksiyetesini körükleyen bu tür düşünce hatalarını tanımlamada ve değiştirmede kullanılan en etkili yöntemlerden biridir. İşte boşanma sürecindeki kişilerde yaygın olarak görülen ve korkuyu şiddetlendiren bilişsel çarpıtmalar:
- Keyfi Çıkarım (Arbitrary Inference): Bu çarpıtma, belirli bir ipucu veya kanıt olmamasına rağmen, kişinin kendine göre olumsuz bir kanıya varmasıdır. Örneğin, “Asla tekrar aşık olamayacağım” veya “Boşanmış bir ebeveyn olarak kimse beni çekici bulmayacak” gibi düşünceler. Literatür, bu tür çarpıtmaların olumlu veya nötr duygusal etki yaratabilecek yaşantıların sürekli olumsuz yönde değerlendirilmesine yol açtığını ve depresif durumlarla güçlü bir şekilde ilişkili olduğunu belirtmektedir.
- Felaketleştirme (Catastrophizing): Bu, herhangi bir sorunun olası en kötü sonucunu varsayma eğilimidir. Boşanma bağlamında, “Boşanırsam finansal olarak tamamen mahvolurum, çocuklar okulda başarısız olur ve hayatım geri dönülmez şekilde yıkılır” gibi abartılı senaryolar üretilir.
- Ya Hep Ya Hiç Düşüncesi (All-or-Nothing Thinking): Evliliğin sona ermesi, kişinin hayatındaki her şeyin tamamen başarısız olduğu şeklinde algılanabilir. Bu çarpıtma, kişinin kendi değerini tamamen sıfırlamasına neden olabilir (“Evliliğim bittiyse, ben başarısız bir insanım”).
Bu çarpıtmalar, bireyi sadece boşanma kararını vermekten alıkoymakla kalmaz; aynı zamanda mevcut bilişsel örüntüyü değiştirerek genel zihinsel esenliği artırmayı da zorunlu kılar. Bilişsel çarpıtmalarla mücadele etmek, boşanma anksiyetesi döngüsünü kırmanın temelini oluşturur.
Boşanmada En Büyük Üç Korku Nedir?
Boşanma korkusu, genellikle somut üç ana başlık altında yoğunlaşır: çocukların refahı, finansal güvenlik ve yalnızlık. Bu korkuları hafifletmek için, duygusal yoğunluklarını bilimsel verilerle dengelemek kritik öneme sahiptir.
Çocuklar İçin Duyulan Korku
Boşanan ebeveynlerin en yaygın korkusu, çocuklarına kalıcı zarar vermekten ve onların uzun vadeli zihinsel sağlık sorunları yaşamasından kaynaklanır. Araştırmalar, boşanmanın çocuklarda artmış anksiyete, depresyon, sosyal geri çekilme, akademik performans düşüşü ve davranış sorunları riskini beraberinde getirdiğini doğrular.
Ancak, bilimsel literatür, çocukların uyumunu belirleyen temel faktörün boşanmanın kendisi değil, boşanma öncesi, sırası ve sonrasındaki ebeveynler arası çatışma düzeyi olduğunu vurgular. Yüksek düzeydeki düşmanlık ve süregelen anlaşmazlıklar, boşanmanın olumsuz etkilerini önemli ölçüde yoğunlaştırır.
Arizona Eyalet Üniversitesi’nde yapılan bir çalışma, boşanmış ebeveynler arasındaki çatışmanın, çocuklarda terk edilme korkusuna yol açtığını ve bu korkunun gelecekteki ruh sağlığı sorunlarını öngördüğünü saptamıştır. Bu bulgu, ebeveynlerin duygusal bir kalkan görevi görme zorunluluğunu gözler önüne serer.
Ebeveynlerin “çocuklar için evlilikte kalma” kararı, eğer bu evlilik yüksek çatışmalı ise, ironik bir şekilde çocukların psikolojik esenliğine daha fazla zarar verebilir. Hatta mutsuz bir evlilikte kalmaktansa boşanmayı seçen bireylerin, özellikle kadınların, boşanma sonrası psikolojik iyi oluşlarının daha yüksek olduğu belirtilmiştir.
Bu süreçte ortaya çıkan bir başka önemli mekanizma ise Ebeveynlik Moratoryumu Etkisidir. Boşanan ebeveynler, kendi kayıplarına ve yeni rollerine uyum sağlamaya çalışırken, çocuklarına ayıracak duygusal güç ve zamanları azalabilir. Çocuklar bu dönemde ebeveynleriyle toplamda daha az zaman geçirme ve duygusal destek kaybı yaşama riski taşırlar. Bu etkiyi en aza indirmek için, ebeveynlerin odak noktasını ayrılığın hukuki karmaşasından, çatışmayı etkili bir şekilde yönetmeye ve iş birliği içinde ortak ebeveynliği sürdürmeye kaydırması gerekmektedir.
Mali Belirsizlik Kaygısı
Finansal istikrarsızlık korkusu, boşanma anksiyetesine en büyük katkıyı yapan ve boşanma sürecindeki yetişkinlerin yüzde 60’ından fazlasını etkileyen rasyonel bir kaygıdır.
- Ekonomik Gerçekler: Boşanmanın kısa vadeli ekonomik sonuçları, özellikle kadınlar için oldukça önemlidir. Araştırmalar, boşanmayı takip eden yıl içinde kadınların hane gelirlerinde %23 ila %40 arasında, yaşam standartlarında ise erkeklere kıyasla neredeyse iki kat daha fazla (yüzde 46 ila 50) bir düşüş yaşandığını göstermektedir. Bu dinamikler, kadınları, tüm gruplarda, yüksek yoksulluk riskine sokmaktadır.
- Gri Boşanma Riski: 50 yaş ve üzerindeki bireyler arasındaki boşanma (Gri Boşanma), kendine özgü finansal zorluklar getirir. Bu demografideki kadınlar, yaşam standartlarında yüzde 45’lik ciddi bir düşüş yaşarken, erkeklerde bu oran yüzde 21’de kalmaktadır. Bu kayıplar, yeniden partner bulunmadığı sürece zamanla devam etme eğilimi gösterir.
Bu veriler, finansal korkunun tamamen rasyonel ve ciddi bir endişe olduğunu ortaya koyar. Ancak bu korku, eyleme geçme yoluyla kontrol edilebilir. Mali kaygıyı azaltmanın yolu, duygusal başa çıkma stratejilerinin ötesine geçerek somut, proaktif finansal planlama yapmaktır.
Finansal Belirsizliği Yönetmek İçin Atılacak Eylemsel Adımlar:
- Kontrol Edilebilir Alanlara Odaklanmak: Kaygı yaratan büyük bilinmezler yerine, kişinin kontrol edebileceği harcamalara (gıda bütçesi, ulaşım, faturalar) odaklanmak, başarı hissi yaratarak stresi azaltır.
- Profesyonel Destek Almak: Boşanma arabulucusu veya finansal danışman gibi profesyonellerle çalışmak, yasal maliyetleri en aza indirmeye yardımcı olabilir ve mevcut varlıkların (ev, emeklilik hesapları) adil bir şekilde bölünmesi konusunda netlik sağlar.
- Belgeleri ve Hesapları Düzenlemek: Tüm varlıkların (banka hesapları, sigorta poliçeleri, emeklilik planları) listesini çıkarmak, yeni bir bireysel hesap açmak ve kredi puanını korumak için faturaların zamanında ödendiğinden emin olmak gereklidir.
- Lehtar Bilgilerini Güncellemek: Sigorta poliçeleri, IRA’lar, emeklilik planları ve vasiyetnamelerdeki lehtar bilgilerini güncelleyerek geleceği planlamak önemlidir.
Yalnız Kalma Korkusu ve Sosyal Stigma
Uzun süreli bir evlilikten sonra tek başına kalma ihtimali, pek çok kişi için en büyük duygusal tehdidi oluşturur. Bu korku, bazen Otofobi (kendi başına olma korkusu) olarak adlandırılan aşırı bir düzeye ulaşabilir ve bireyin sağlıksız, hatta istismarcı bir ilişkiyi sırf yalnız kalmamak için sürdürmesine neden olabilir.
Boşanma sonrası yalnızlık hissi normal olsa da , bu his, toplumsal damgalama (stigma) ile birleştiğinde derin bir kimlik krizine dönüşebilir. Toplumsal araştırmalar, boşanmanın, özellikle kadınlar için, atfedilen cinsiyet rollerini yerine getirmede başarısızlık olarak algılanarak sosyal damgalamaya yol açtığını göstermiştir.
Öz-Stigma ve Öz-Saygı: Boşanmış bekar ebeveyn kadınlar üzerine yapılan araştırmalar, yüksek düzeyde öz-stigma (kendini damgalama) yaşayanların, öz-saygılarının düştüğünü ve bunun da zihinsel sağlık sorunları şikayetlerini artırdığını göstermektedir. Bu bulgular, yalnızlık korkusunun sadece sosyal izolasyondan kaynaklanmadığını, aynı zamanda boşanmanın kişinin kendine dair algısını nasıl çarpıttığını da ortaya koymaktadır.
Yalnızlık mı, Özgürlük mü? Özellikle geç yaş boşanmalarında, boşanan eşler genellikle özgürlük ve özerklik gibi kazanımları vurgularken, yetişkin çocukları ebeveynlerinin yaşadığı yalnızlığı dezavantaj olarak algılamaktadır. Bu ikilik, yalnızlık korkusuyla başa çıkmanın, sadece sosyal bağları onarmakla kalmayıp, aynı zamanda evliliğin tanımladığı kimliği kaybeden kişinin içsel kimliğini yeniden inşa etmeyi gerektirdiğini gösterir. Yalnızlık bir düşman olarak görülmek yerine, kendini tanımaya ve bireysel gelişime odaklanmaya hizmet eden bir fırsat olarak yeniden çerçevelenmelidir.
Korkuyu Yönetme ve Dönüşüm Yolları
Boşanma anksiyetesini aşmak, sadece korkuyu hissetmeyi durdurmak değil, aynı zamanda korkunun yol açtığı olumsuz düşünce ve davranış döngülerini kırmak anlamına gelir. Psikoloji, bu süreç için etkili, kanıta dayalı araçlar sunar.
Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ile Düşünce Kalıplarını Yeniden Yapılandırma
BDT, boşanma sürecindeki anksiyete, depresyon ve öfke yönetimi için en sık önerilen tedavi yaklaşımlarından biridir. BDT, kişinin olayları algılama biçimini değiştirmeyi hedefleyerek duygusal yanıtları ve davranışları düzenler.
BDT’nin temel faydası, bilişsel çarpıtmaları hedef alması ve yeniden çerçeveleme (reframing) tekniklerini kullanmasıdır. Örneğin, “Evliliğimin bitmesi benim bir başarısız olduğumu kanıtlıyor” şeklindeki katı Ya Hep Ya Hiç düşüncesi, BDT ile “Evliliğimin sona ermesi benim kişisel değerimi tanımlamaz; şimdi daha sağlıklı ve uyumlu bir yaşam kurma fırsatına sahibim” şeklinde değiştirilebilir. Bu yeniden çerçeveleme, kişinin öz-saygısını onarmada ve mağduriyet rolünden çıkmasında önemlidir.
BDT uygulamalarından biri olan Düşünce-Duygu-Davranış Üçgeni Analizi, kişinin mevcut olumsuz durumunu parçalarına ayırmasını sağlar. Birey, şu anda yaşadığı duyguları (korku, yalnızlık, keder), bu duyguları tetikleyen düşünceleri (felaketleştirme, keyfi çıkarım) ve sonuç olarak ortaya çıkan davranışları (izolasyon, kaçınma) tanımlar. Ardından, arzulanan yeni duygu, düşünce ve davranışları belirleyerek, aradaki boşluğu kapatmak için atılacak eyleme dönük adımları planlar. Bu süreç, kişinin süreç üzerindeki kontrol hissini artırır.
Bilinçli Farkındalık (Mindfulness) ve Duygusal Ambivalansın Yönetimi
Boşanma kararını verme aşamasında, kişiler sıklıkla yoğun duygusal kararsızlık (ambivalans)—yani hem pozitif hem negatif duyguları eş zamanlı yaşama—deneyimi içindedirler. Mindfulness (Bilinçli Farkındalık), yargılamadan, şimdiki ana dikkatle odaklanma pratiğidir. Bu teknik, boşanma anksiyetesi yönetiminde önemli bir tampon görevi görür.
Araştırmalar, bilinçli farkındalık düzeyi yüksek olan bireylerin, karmaşık veya çelişkili duygular (ambivalans) yaşadıklarında bile, bu duyguların yol açtığı olumsuz duygulanım (negatif etki) ile daha zayıf bir bağ kurduklarını göstermektedir. Başka bir ifadeyle, mindfulness, kişinin hissettiği karışık duygusal tepkiler nedeniyle kendini bunalmış ve “felç olmuş” hissetmesini engeller; duyguların sadece geçici durumlar olduğunu kabul etmeyi kolaylaştırır.
Mindfulness’ın bir diğer önemli faydası da öz-kavramı netliğini artırmasıdır. Boşanma, kişinin kimliğini (eş, ebeveyn, aile reisi) kökten sarstığı için kimlik krizine yol açar. Mindfulness, kişinin kendi tepkilerini ve motivasyonlarını daha net anlamasına olanak tanıyarak , boşanma sonrası yeni bir kimlik inşa etme sürecini destekler ve psikolojik esenliği artırır.
‘Bilinçli Ayrılık’ (Conscious Uncoupling) Modeli
Bilinçli Ayrılık (Conscious Uncoupling), boşanmayı travma ve çatışma yerine, kişisel gelişim ve pozitif dönüşüm fırsatı olarak yeniden çerçeveleyen psikolojik bir metodolojidir. Bu yaklaşım, ilişkiyi işbirlikçi ve saygılı bir şekilde sonlandırmayı amaçlar, böylece hem çiftler hem de varsa çocukları için duygusal etkileri hafifletir.
Bu modelin temel faydası, özellikle çocuklar üzerindeki olumsuz etkiyi yoğunlaştıran yüksek çatışmayı azaltmasıdır. Karşılıklı anlayışı ve sorumluluğu teşvik ederek, boşanmanın getirdiği Ebeveynlik Moratoryumu etkisini hafifletir ve çocukların uyumunu destekleyen işbirlikçi bir ortak ebeveynlik temeli oluşturur.
İlişki uzmanı Katherine Woodward Thomas tarafından geliştirilen Bilinçli Ayrılığın temel adımları, kişinin gücünü geri kazanmaya odaklanır :
- Duygusal yoğunluğu adlandırarak ve etiketleyerek azaltmak. Duyguları isimlendirmek, onlarla başa çıkmak için ilk adımdır.
- Kurban olmaktan kaçınmak ve hayatımızdaki gücü geri kazanmak. Kişi, durumu pasif bir şekilde kabul etmek yerine, aktif bir çözüm arayıcısı haline gelir.
- Geri dönmek ve orijinal yarayı iyileştirmek; acı veren yalanların ötesine geçerek ilişkiye dair hikâyeyi yeniden yazmak.
- Durumdan etkilenen herkes için pozitif bir sonuç niyeti belirlemek.
- Öz-farkındalık ve öz-sorumluluk geliştirmek.
Bu adımlar, çiftlere suçlama ve pişmanlık döngüsünden çıkıp, süreci sağlıklı bir şekilde yönetme yeteneği sunar.
Boşanma Sonrası Süreç NAsıl Olmalı?
Boşanma korkusunun son halkası, “asla iyileşememe” ve “sonsuza dek yalnız kalma” inancıdır. Bu inanışları yıkmak, boşanma sonrası yaşamın gerçekçi bir portresini çizmeyi gerektirir.
Boşanma Sonrası Uyum ve Esnekliğin Gerçek Oranları
Boşanma sonrası uyum yeteneği şaşırtıcı derecede yüksektir. Araştırmalar, ebeveynleri boşanan gençlerin büyük çoğunluğunun, yüzde 70 ila yüzde 75’inin, ciddi veya klinik olarak anlamlı zihinsel sağlık sorunları yaşamadığını göstermektedir. Bu istatistik, insan ruhunun esneklik kapasitesini net bir şekilde ortaya koyar.
Afetmenin Psikolojik Gücü: İyileşme sürecinde affetme (forgiveness) duygusu merkezi bir rol oynar. Ergenler ve genç yetişkinler üzerine yapılan çalışmalar, ebeveynler arasındaki çatışma seviyesi ne olursa olsun, affetmenin psikolojik iyilik hali ile pozitif ilişkili olduğunu göstermiştir. Affetmek, ebeveyn-çocuk ilişkilerini onarmaya yardımcı olur ve kişisel iyilik halini artırır.
Boşanma gibi büyük bir zorluğun üstesinden gelmek, aynı zamanda kişisel büyüme fırsatları da sunar. Araştırmalar, ebeveyn kaybı veya boşanma deneyimi yaşayan bireylerin, genel ahlaki olgunluk düzeylerinin ortalamanın üzerinde çıkabildiğini belirtmektedir. Bu, zorlu yaşam deneyimlerinin, doğru destek ve başa çıkma stratejileriyle, karakter gelişimini ve direnci artırabileceği anlamına gelir.
Yalnızlıkla Başa Çıkma ve Yeni Kimlik İnşası
Boşanma sonrası yalnızlık hissi, en derin duygusal boşluklardan birini yaratabilir; çünkü evlilik, kişinin en önemli sosyal bağlarından biridir. Ancak bu yalnızlık, kişinin kimliğini yeniden tanımlaması için bir dönüm noktası olabilir.
Araştırmalar, uyum sağlama aşamasının uzun vadede kişilik faktörlerine bağlı olarak değiştiğini gösterir. Yalnızlıkla mücadele için önerilen yaklaşımlar şunlardır:
- Yalnızlığı Kabul Etmek ve Yeniden Çerçevelemek: Yalnızlığı bir düşman olarak görmek yerine, “Bana ne öğretebilir?” sorusuyla yaklaşmak ve kendini tanımaya çalışmak önemlidir.
- Sosyal Bağları Güçlendirmek: Sosyal destek, stres hormonlarını düşürerek, kaygıyı ve depresyonu hafifletmede kritik bir rol oynar. Beyin, doğal olarak bağ kurmaya ihtiyaç duyar. Eski arkadaşlıkları canlandırmak ve kişinin ilgi alanlarına uygun yeni sosyal çevreler oluşturmak önemlidir.
- Yeni Kimlik Kaynakları Geliştirmek: Evliliğin getirdiği eski rutinlerin yerine, kişinin kendi başına yapabileceği yeni aktiviteler, hobiler ve ilgi alanları keşfetmesi gerekir. Bu, uzun vadede öz-süreklilik ve çoklu grup üyeliği gibi kimlik odaklı kaynaklar geliştirerek yalnızlık hissini azaltır.
Ne Zaman Profesyonel Yardım Alınmalı?
Boşanma anksiyetesi ve kriz döneminde psikolojik destek almak, iyileşme sürecini hızlandırır ve süreci sağlıklı bir şekilde yönetmeyi sağlar. Aşağıdaki durumlarda profesyonel yardım almak hayati önem taşır:
- Günlük İşlevi Engelleyen Anksiyete: Tekrarlayan panik ataklar, uyku düzenini bozan veya günlük yaşamı aksatan inatçı kaygı ve kronik endişe hali.
- Depresyon Belirtileri: Uzun süreli üzüntü, enerji kaybı, ilgi kaybı veya intihar düşünceleri.
- Madde Kullanımı Sorunları: Alkol veya madde kullanımında artış.
- Yüksek Çatışma Durumları: Eşler arasında çatışmanın düşürülemediği durumlar; bu, çocukların ruh sağlığı için en büyük risktir.
Bu süreçte kullanılabilecek terapi ve destek yaklaşımları çeşitlidir: Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), Duygu Odaklı Terapi (EFT), Anlatı Terapisi (Narrative Therapy) ve çatışmayı azaltmaya odaklanan Aile Arabuluculuğu.
Korkunun Ötesine Geçmek
Boşanmaktan korkmak, insan olmanın ve köklü bir değişimin eşiğinde bulunmanın doğal bir tepkisidir. Bu anksiyete, Kayıp Kaçınma ve Statüko Yanılgısı gibi evrensel bilişsel eğilimlerle beslenir ve Keyfi Çıkarım gibi düşünce çarpıtmalarıyla abartılır. Ancak bu korku, yönetilebilir ve dönüştürülebilir.
Analizler, en büyük riskin boşanmanın kendisi değil, uzun süreli yüksek çatışma ve izole edilmişlik olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Ebeveynler için en önemli çıkarım, çocuklar için mutsuz bir evlilikte kalmaktansa, Bilinçli Ayrılık gibi işbirlikçi modelleri benimseyerek çatışmayı minimize etmenin, çocukların uzun vadeli psikolojik uyumunu garanti altına alacağıdır.
Boşanma sonrası yaşam, beklediğiniz Felaketleştirme senaryosundan çok daha esnek olabilir. Bilişsel müdahalelerle olumsuz hikâyeleri yeniden yazmak, finansal adımlarla belirsizliği somut bir plana dönüştürmek ve sosyal destekle yalnızlığı bir gelişim fırsatına çevirmek mümkündür.
Bu süreç, bir kayıp değil, kişinin öz-saygısını, özerkliğini ve gerçek potansiyelini geri kazanma fırsatıdır. İlk adım, bu korkuyu kabullenmek, onu bilimsel olarak incelemek ve eyleme geçmeye karar vermektir. Profesyonel destek, bu zorlu yolculukta en güçlü rehberiniz olacaktır.
