İlişkinizde bir şeylerin yolunda gitmediğini hissediyorsunuz. Belki aynı kısır döngü tartışmaları tekrar tekrar yaşıyorsunuz; belki de aranızdaki duygusal mesafe artık görmezden gelinemeyecek kadar büyüdü. Konuşmayı denediniz, çözüm aradınız ve sonunda profesyonel bir destek almanın, yani çift terapisinin, ilişkinize taze bir nefes aldırabileceğine karar verdiniz. Ancak, bu fikri partnerinizle paylaştığınızda, beklediğiniz anlayış yerine bir duvarla karşılaştınız: “Hayır.”

Partnerinizin terapiyi reddetmesi, sizi derin bir hayal kırıklığına ve yalnızlığa itebilir. “Neden denemek bile istemiyor?” diye düşünebilir, hatta ilişkinin tüm yükünü tek başınıza taşıdığınızı hissedebilirsiniz. Bu, çift dinamiklerinde sıkça rastlanan ve klinik olarak da tanımlanan bir durumdur. Genellikle bir taraf (takip eden – pursuer), bağlantı kurmak ve sorunu çözmek için daha ısrarcı olurken, diğer taraf (kaçınan – withdrawer), bunaldığı veya tehdit altında hissettiği için geri çekilir. Siz çözüm için ne kadar zorlarsanız, partneriniz o kadar uzaklaşıyor gibi görünebilir.   

Ancak partnerinizin “hayır” demesi, ilişkinizi veya sizi umursamadığı anlamına gelmek zorunda değildir. Çoğu zaman, bu direncin altında yatan, terapi sürecinin kendisiyle ilgili derin korkular, yanlış anlamalar ve toplumsal damgalamalar yatar.   

Bloom Psikoloji olarak, bu zorlu süreci yaşayan yüzlerce çiftle çalıştık. Hazırladığımız bu kapsamlı rehber, bir “ikna manifestosu” değil, bir “anlama ve davet” yol haritasıdır. Bu rehberde, partnerinizin direncini nasıl anlayacağınızı, kanıta dayalı iletişim stratejileriyle onu nasıl bir davete çağıracağınızı ve en önemlisi, partneriniz “hayır” demeye devam ederse bile ilişkinizi iyileştirmek için hâlâ atabileceğiniz güçlü adımlar olduğunu keşfedeceksiniz.

Direncin Perde Arkası: Partneriniz Terapiye Neden “Hayır” Diyor?

Birini bir çözüme ikna etmeye çalışmadan önce, o çözüme neden direndiğini anlamak hayati önem taşır. Partnerinizin terapiye karşı çıkışı kişisel bir saldırıdan ziyade, genellikle karmaşık psikolojik korunma mekanizmalarının bir sonucudur. Bu direnci anlamak, sizin öfkenizi empatiye dönüştürecek ve doğru iletişim kanalını açmanızı sağlayacak ilk adımdır.   

Suçlanma Korkusu: “Terapist Senin Tarafını Tutacak”

Partnerlerin terapiye direnmesinin belki de en yaygın nedeni, suçlanma korkusudur. Partneriniz, terapi odasını bir mahkeme salonu, terapisti de bir yargıç olarak hayal ediyor olabilir. Korkusu, sizinle terapistin “ikiye karşı bir” olup , tüm sorunların kaynağı olarak onu “kötü adam” veya “suçlu” ilan edeceğidir.   

Bu, özellikle ilişkide zaten “sorunlu” olarak etiketlendiğini hisseden taraf için yoğun bir utanç (shame) duygusu yaratır. Terapiye gelmek, onun için tüm hatalarının altının çizileceği ve yetersizliğinin tescilleneceği bir seans gibi görünebilir. Bu korku, bir savunma duvarı örmesine ve “sorun yok” demesine neden olur, çünkü sorunu kabul etmek, suçlanmayı da kabul etmek anlamına gelebilir.   

Toplumsal Stigma: “Terapi Zayıflar İçindir”

Terapi, özellikle erkekler için, toplumsal cinsiyet rolleriyle çatışan bir kavram olabilir. Amerikan Psikoloji Birliği (APA) tarafından yapılan araştırmalar, geleneksel erkeklik ideallerinin (Marlboro Man ideali olarak da anılır), erkekleri sert, bağımsız, duygusal olarak kısıtlı ve kendi kendine yeterli olmaya şartlandırdığını göstermektedir.   

Bu kültürel senaryoda, “yardım istemek” (help-seeking) bir zayıflık veya başarısızlık işareti olarak algılanır. Partneriniz, terapiye gitmenin “kendi sorunlarını çözemediğini” veya “güçsüz olduğunu” itiraf etmek anlamına geleceğinden korkabilir. Araştırmalar, “kendi kendine yeterlilik” (self-reliance) ve “duygusal kısıtlılık” (restrictive emotionality) gibi eril normlara sıkı sıkıya bağlı erkeklerin, ruh sağlığı yardımına (çift terapisi dahil) başvurma olasılığının daha düşük olduğunu doğrulamaktadır.   

Terapiye Dair Yanlış İnanışlar ve Geçerli Korkular

Partnerinizin zihninde terapiye dair, geçerli korkular (valid fears) olarak kabul edilmesi gereken bir dizi olumsuz senaryo olabilir.   

  • Boşanma Habercisi Olarak Terapi: Yaygın ve tehlikeli bir mit, terapinin boşanmadan önceki son durak olduğudur. Partneriniz, “Terapiye giden tanıdığım herkes ayrıldı”  gibi düşüncelere sahip olabilir. Terapiye “evet” demek, onun için ilişkinin “o kadar kötü” olduğunu ve kurtarılamaz bir yolda olunduğunu kabul etmek anlamına gelebilir.   
  • İnkar veya Küçümseme: Bazen bir partner, sorunun ciddiyetini kabul etmeyi reddeder. “Sorunlarımız o kadar da kötü değil,” “Herkes böyle şeyler yaşar” veya “Zamanla düzelir” gibi ifadeler, aslında altta yatan “değişimden korkma”  veya sorunun ciddiyetiyle yüzleşememe durumunu gizleyen bir inkar mekanizması olabilir.   
  • Gizlilik Endişesi: “Kirli çamaşırlarımızı bir yabancıya dökmek” fikri , birçok kişi için son derece rahatsız edicidir. Partneriniz, ilişkinin en mahrem detaylarının üçüncü bir kişiyle paylaşılması fikrinden  veya aile ve arkadaş çevresinin terapiye gittiklerini öğrenmesinden utanabilir.   
  • Sürecin Kendisinden Korkma: Bazı insanlar duyguları hakkında konuşmaktan rahatsızlık duyar. Terapi sürecinin “garip egzersizler”  içereceğinden veya duygusal olarak çok zorlayıcı olacağından çekinebilirler.   
  • Umutsuzluk: Partneriniz, ilişkinin düzelmesi konusunda o kadar umutsuz olabilir ki, terapinin “işe yaramayacağına”  ve sadece zaman ve para kaybı olacağına inanabilir.   

Bu direncin, partnerinizin size veya ilişkiye olan sevgisinin bir yansıması olmadığını, aksine onun kendi korku ve savunma mekanizmalarının bir sonucu olduğunu anlamak , ikinci bölüme, yani etkili davet stratejilerine geçiş için anahtardır.

“Biz”i Kurtarmak İçin İlk Konuşma: Etkili Davet Stratejileri

Partnerinizin savunma duvarlarının nedenlerini anladığınıza göre, şimdi bu duvarları yıkmaya çalışmak yerine, onlara tırmanmadan etraflarından dolaşmanın yollarını bulmalısınız. Başarılı bir “terapiye davet” konuşması, ne söylediğiniz kadar, nasıl, nerede ve ne zaman söylediğinizle de ilgilidir. Amaç, onu zorlamak değil, size katılması için ona ilham vermektir.   

Kural 1: Zamanlama ve Zemin (Gottman Yaklaşımı)

Yapılabilecek en büyük hata, bu konuyu bir tartışmanın tam ortasında veya hemen sonrasında açmaktır. İlişki araştırmalarıyla ünlü Gottman Enstitüsü’nün bulgularına göre, agresif veya suçlayıcı bir şekilde başlayan konuşmaların %96’sı aynı şekilde agresif ve olumsuz sonuçlanmaktadır.   

Bunun yerine, konuşmayı yapmadan önce partnerinizle duygusal bir bağ kurun. Birlikte keyifli bir aktivite yapın, ona değer verdiğinizi hissettirin. Konuşma için ikinizin de sakin olduğu, baskı altında hissetmediği, nötr bir zaman seçin. Amacınız, partnerinizin savunmaya geçmesini değil, sizi duymasını sağlamaktır.   

Sihirli Formül: “Sen” Dilinden “Ben” Diline Geçiş (I-Statements)

Konuşma başladığında, diliniz en güçlü aracınız (veya en tehlikeli silahınız) olacaktır.

  • Hatalı Yaklaşım (“Sen” Dili): “Sen beni asla dinlemiyorsun. Bizim sorunlarımız var ve senin yüzünden çözemiyoruz. Terapiye gitmek zorundayız.” Bu yaklaşım suçlayıcıdır  ve partnerinizin anında savunmaya geçmesine, Bölüm 1’de bahsettiğimiz “suçlanma korkusunun”  tetiklenmesine neden olur.   
  • Etkili Yaklaşım (“Ben” Dili): “Ben” dili (I-statements), suçlamayı ortadan kaldırır ve sorumluluğu kendi duygularınıza alır. Bu dil, partnerinize bir saldırı değil, bir iç dökme olarak ulaşır.
    • Formül: “Ben hissediyorum, olduğunda, çünkü.”.   
    • Örnek: “Seninle önemli bir konuyu konuşmaya çalıştığımda ve konu kapandığında, kendimi duyulmamış ve yalnız hissediyorum. Aramızdaki bağın güçlü olmasını çok önemsiyorum. İkimizin de birbirini daha iyi anlayabilmesi  ve yeniden yakınlaşabilmemiz için profesyonel bir uzmandan destek almamızın bize iyi geleceğini düşünüyorum.”   

Farkı görüyor musunuz? İlk yaklaşım bir suçlama, ikincisi ise bir ihtiyaç ve ortak bir hedef ifadesidir.   

Terapiyi Yeniden Çerçevelemek: Ceza Değil, Gelişim Aracı

Partneriniz terapiyi bir “ceza”  veya “başarısızlık” olarak görüyorsa, çerçeveyi değiştirmeniz gerekir. Terapiyi sorunların kanıtı olarak değil, ilişkinize yaptığınız bir “yatırım”  veya daha iyi iletişim kurmayı öğreneceğiniz bir “beceri atölyesi” olarak sunun.   

Ona şöyle diyebilirsiniz: “İlişkimizin daha güçlü olmasını istiyorum”. “Arabamızı bakıma götürüyoruz, sağlığımız için kontrole gidiyoruz. İlişkimiz de en az onlar kadar önemli. Sadece daha iyi araçlara ihtiyacımız var.”. Amacınızın birini suçlamak değil, birlikte daha iyi bir yol bulmak olduğunu vurgulayın.   

Kontrolü Paylaşın ve Küçük Adımlar Önerin

Partnerinizin “terapiye sürüklenme” hissiyatını azaltmak için ona süreç üzerinde kontrol verin.

  • Birlikte Seçim: “Eğer denemeye karar verirsek, terapisti birlikte araştırıp seçmemizi isterim. İkimizin de güvendiği biri olmalı.”.   
  • Küçük Adımlar: Partnerinizden ömür boyu bir bağlılık istemeyin. Sadece ilk adımı küçültün. “Sadece bir deneme seansı  veya bir ‘tanışma görüşmesi’ yapmaya ne dersin? Nasıl hissettiğimize bakarız, beğenmezsek devam etmek zorunda değiliz.”.   
  • Lojistik Destek: Bazen terapiye başlamanın önündeki engel psikolojik değil, lojistiktir. Randevu almak, sigortayı araştırmak gibi süreçler bunaltıcı olabilir. Bu konularda yardımcı olmayı teklif edin.   

Bu konuşmadaki başarının anahtarı, “ültimatom” ile “davet” arasındaki farkı anlamaktır. Ültimatom (“Ya terapi ya boşanma”) , partnerinizi köşeye sıkıştıran bir güç mücadelesidir ve genellikle geri teper. Davet (“Sana daha yakın hissetmek istiyorum” ) ise, partnerinizi bir çözüme ortak olmaya çağırır.

Terapi Odasındaki Gerçekler: Partnerinizin Korkularını Gidermek (Mitler ve Gerçekler)

Etkili bir davet sundunuz, ancak partneriniz hâlâ tereddütlü. Şimdi, Bölüm 1’de tanımladığımız o derin korkuları, yani terapi odasının gerçekte nasıl bir yer olduğuna dair mitleri ve gerçekleri konuşarak yatıştırma zamanı. Terapi sürecinin gizemini çözmek, tehdit algısını azaltmanın en etkili yoludur.

Mit 1: Terapist Taraf Tutar ve Birini Suçlu İlan Eder

Bu, en yaygın ve en güçlü mittir.   

Gerçek: Profesyonel ve etik bir çift terapisti asla “taraf tutmaz”  veya bir “yargıç” gibi davranmaz. Terapist bir hakem değil, bir rehberdir. Amacı kimin “haklı” veya “haksız” olduğunu bulmak değil, her iki tarafın da kendini duyulmuş ve anlaşılmış hissetmesini sağlamaktır.   Bloom Psikoloji olarak biz, bu korkunun ne kadar gerçek olduğunun farkındayız. Klinik yaklaşımımızda, partnerlerin “kötü adam yoktur”  ilkesini anlamalarını sağlarız. Özellikle Duygu Odaklı Çift Terapisi (EFT)  gibi kanıta dayalı, modern metodolojiler, bireyleri suçlamayı reddeder. EFT’ye göre , asıl “düşman” partneriniz değil, ikinizi de esir alan “negatif etkileşim döngüsüdür”. Terapist, bu döngüyü fark etmeniz ve değiştirmeniz için size yardımcı olur. Terapistin danışanı siz veya eşiniz değil, ilişkinizin kendisidir.   

Mit 2: Terapi Tüm Çatışmaları Bitirir

Birçok çift, terapinin tüm anlaşmazlıkları ortadan kaldıracak sihirli bir çözüm olmasını bekler.   

Gerçek: Terapi bir sihirli değnek değildir. Gottman Enstitüsü’nün araştırmaları, çiftlerin yaşadığı sorunların büyük bir kısmının (%69) “çözülemez” (perpetual), yani kişilik, değerler veya yaşam tarzı farklılıklarından kaynaklanan kalıcı sorunlar olduğunu göstermiştir. Terapinin amacı bu çatışmaları bitirmek değil, bu kaçınılmaz anlaşmazlıkları sağlıklı bir şekilde yönetebilmeyi  ve en önemlisi, çatışma sonrası duygusal bağı onarmayı (repair)  öğretmektir.   

Mit 3: Terapist Sadece Nasihat Verir ve İşe Yaramaz

Bazı insanlar terapiyi, “sadece konuşmak” veya bir uzmandan “akıl almak” olarak görür.   

Gerçek: Terapi, terapistin size ne yapacağınızı söylediği bir ders değildir. Terapist size hazır çözümler sunmaz; bunun yerine, kendi içsel süreçlerinizi, kalıplarınızı ve potansiyelinizi keşfetmeniz için size rehberlik eder. İlişki dinamiklerinizi dışarıdan, objektif bir gözle görmenizi sağlar. Kanıta dayalı terapilerin (EFT, BDT, Gottman Metodu gibi) ilişki memnuniyetini artırmada %70’in üzerinde başarı oranları gösteren birçok bilimsel çalışma mevcuttur.   

İlk Seansın Gizemini Çözmek: Ne Beklemelisiniz?

Partnerinizin en çok korktuğu şey “ilk seans” olabilir. İlk seansın bir sorgulama veya suçlama seansı olmadığını bilmek onu rahatlatacaktır.   

Gerçek Süreç: İlk seans (veya seanslar) genellikle bir “değerlendirme” sürecidir. Terapist, her ikinize de güvenli bir alan  yaratır. Sizden ilişkinizin “hikayesini” dinler: nasıl tanıştınız, birbirinizde neleri sevdiniz, sorunlar ne zaman başladı. Terapist, her birinizin terapi için hedeflerini anlamaya çalışır. Çoğu çift terapisi yaklaşımında, terapist değerlendirme sürecinin bir parçası olarak her iki partnerle ayrı ayrı bireysel görüşmeler de yapar. Korkulacak bir yer değil, duyulacak bir yerdir.

En Zor Senaryo: Partneriniz “Hayır” Derse Ne Olur?

Tüm doğru adımları attınız. Empati kurdunuz, “Ben” dilini kullandınız, mitleri çürüttünüz. Ama cevap hâlâ net bir “Hayır.”

Şimdi hayal kırıklığının zirvede olduğu andasınız. Ancak, vereceğiniz tepki, ilişkinizin geleceği üzerinde kritik bir rol oynayacaktır.

O Anı Yönetmek: Baskı, Yalvarma ve Ültimatomdan Kaçının

Doğal içgüdünüz yalvarmak, ders vermek, öfkelenmek veya son çare olarak ültimatom vermek olabilir. “Ya terapiye gelirsin ya da ben gidiyorum”  gibi tehditler, partnerinizi o an için korkutup terapi koltuğuna oturtabilir. Ancak, zorla getirilen bir partner, terapiye dirençli, kapalı ve öfkeli olacaktır. Süreci sabote edecek ve “Bak, işe yaramadığını söylemiştim” demek için fırsat kollayacaktır. Baskı ve ültimatomlar, partnerinizin “terapi bir cezadır”  korkusunu doğrulamaktan başka bir işe yaramaz.   

Gottman Yaklaşımı: Beklenmedik Tepkiyi Verin

Partneriniz sizden bir kavga, hayal kırıklığı veya baskı beklerken , ona tam tersini verin. Bu, Gottman Enstitüsü tarafından önerilen, baskıyı anında ortadan kaldıran ve gelecekteki konuşmalar için kapıyı aralık bırakan güçlü bir tekniktir.   

Ona sakince bakın ve şunu söyleyin: “Benimle bu dürüst konuşmayı yaptığın için teşekkür ederim.”.   

Bu tepki, partnerinizi şaşırtacaktır. Bu, onun kararına saygı duyduğunuzu (onaylamasanız bile) ve onu bir çözüme zorlamayacağınızı gösterir. Paradoksal olarak, baskı kalktığında, partnerin kendi isteğiyle çözümü düşünme olasılığı artar.   

Alternatif Küçük Adımlar Sunun

Partneriniz terapiye tam bir “hayır” diyor olabilir, ancak daha az korkutucu, daha küçük adımlara “belki” diyebilir.   

  • “Peki, terapiye henüz hazır değilsek, birlikte bu konuda yazılmış bir ilişki kitabını  okumaya ne dersin?”   
  • “Bir uzmana gitmek yerine, çiftler için hazırlanmış online bir atölye çalışmasına (workshop) katılmayı düşünür müsün?”.   
  • “Sadece bir seanslık bir deneme  için ne düşünürsün? Beğenmezsek bir daha asla konusunu açmam.”   

Eğer tüm bunlara rağmen partneriniz değişime veya işbirliğine tamamen kapalıysa, kendinizi bir çıkmazda hissedebilirsiniz. Ancak değilsiniz. İlişkinizi kurtarmak için hâlâ yapabileceğiniz en güçlü hamle geriye kalıyor.

İlişkiyi Kurtarmak İçin Tek Kişi Yeterli mi? Bireysel Terapinin Gücü

Bu, makalemizdeki en kritik ve sizi en çok güçlendirecek bölümdür. Partnerinizin “hayır” cevabı, değişimin imkansız olduğu anlamına gelmez. Bir ilişkiyi değiştirmek için her zaman iki kişiye ihtiyaç yoktur. Bazen tek bir kişi yeterlidir.

“Eşim Gelmiyorsa Ben Tek Başıma Çift Terapisine Gidebilir miyim?”

Bu sorunun cevabı kesin bir “Evet”tir. Partneriniz katılmayı reddettiğinde bireysel terapiye başlamak  çok yaygın bir durumdur ve bir başarısızlık değil, proaktif bir eylemdir. Tek başına terapiye başlamak, ilişkiniz için yapabileceğiniz en umut verici şeylerden biri olabilir.   

Sistemik Yaklaşım: “İlişki Dansı” Metaforu

Partnerinizin katılımı olmadan ilişkinizin nasıl değişebileceğini anlamak için, ilişkilere bir “sistem” olarak bakmamız gerekir. Aile ve çift terapisi, “Sistemik Terapi”  adı verilen bir temel üzerine kuruludur. Bu yaklaşıma göre, aile veya çift, birbirine bağlı parçalardan oluşan bir bütündür. Bir parçanın davranışı, diğer tüm parçaları doğrudan etkiler.   

Bunu bir “dans metaforu”  ile düşünebilirsiniz: Belki de ilişkinizin dansı yıllardır aynıdır: O bir sorun olduğunda sessizleşip geri çekilir (Kaçınan), siz ise bağlantı kurmak için sesinizi yükseltip onun üstüne gidersiniz (Takip Eden).   

Şimdi, sizin bireysel terapiye başladığınızı  ve kendi adımlarınızı değiştirdiğinizi hayal edin. Artık partneriniz geri çekildiğinde siz onun üstüne gitmiyorsunuz. Bağırmak yerine, sakince ve net bir şekilde sınırınızı çiziyorsunuz (“Şu an konuşmak istemediğini anlıyorum. Sakinleştiğinde bu konuyu çözmek için yanına geleceğim”).   

Siz adımlarınızı değiştirdiğinizde, partneriniz artık sizinle o eski dansı edemez. Partnerinizin iki seçeneği kalır:   

  1. Uyum Sağlamak: Sizin yeni, daha sağlıklı adımlarınıza karşılık vermeyi öğrenir.
  2. Danstan Çekilmek: Değişime direnir, ancak sistem zaten değiştiği için eski dinamik sürdürülemez.

Her iki durumda da, sizin yıllardır hissettiğiniz o “sıkışmışlık” ve “kısır döngü” hissi sona erer. Partnerinizi değiştirmeye çalışmayı bırakırsınız; siz değişirsiniz ve böylece tüm ilişki sistemi değişmek zorunda kalır. Değişimin katalizörü siz olursunuz.

Bireysel Terapi İlişkiyi Nasıl İyileştirir?

Tek başına terapiye gitmek , partnerinizi “düzeltmek” ile ilgili değildir; sizi güçlendirmekle ilgilidir.   

  1. Kendini Tanıma ve Tetikleyiciler: Bireysel terapi, ilişkideki döngüde sizin rolünüzün ne olduğunu anlamanızı sağlar. Kendi duygusal tetikleyicilerinizi , geçmişten getirdiğiniz bağlanma yaralarınızı  ve partnerinizin davranışlarına neden bu kadar güçlü tepki verdiğinizi keşfedersiniz.   
  2. Duygusal Düzenleme: Partnerinizin sizi tetiklemesine “tepki vermek” (reacting) yerine, duruma bilinçli bir “yanıt vermeyi” (responding)  öğrenirsiniz. Öfkenizi veya kaygınızı daha sağlıklı yönetirsiniz.   
  3. Sağlıklı İletişim ve Sınırlar: Bireysel terapi, ihtiyaçlarınızı suçlamadan, net ve iddialı (assertive) bir şekilde nasıl ifade edeceğinizi  ve en önemlisi, “hayır” demeyi veya kabul edilemez davranışlara karşı sağlıklı sınırlar  koymayı öğretir.   
  4. İlhama Dönüşen Değişim: Siz daha az suçlayıcı, daha sakin ve sınırları konusunda daha net oldukça, partneriniz üzerindeki “tehdit” algısı azalır. Partneriniz, sizdeki olumlu değişimi fark edebilir ve zamanla, sizin başlattığınız bu sağlıklı değişime katılmak için terapiye gelme konusunda ilham duyabilir.

“Biz” Olmak İçin İlk Adımı Atmak

Partnerinizi çift terapisine ikna etme yolculuğu, aslında ilişkinizin dinamikleri hakkında derin bir öğrenme sürecidir. Partnerinizin direncini kişisel bir ret olarak değil, onun içsel korkularının bir yansıması olarak gördüğünüzde , suçlamadan davete geçiş yapabilirsiniz.   

Unutmayın, bu süreçte kontrol edebileceğiniz tek bir kişi var: kendiniz. Partnerinizi terapiye gelmeye zorlayamazsınız, ancak onu anlamayı seçebilirsiniz. Etkili bir davet sunabilirsiniz. Ve en önemlisi, o “hayır” dese bile, bireysel terapiye başlayarak  “ilişki dansını” tek başınıza değiştirecek güce sahipsiniz.   

Bu, çaresiz bir son değil, değişimin başlangıcıdır.

İster partnerinizle birlikte Aile ve Çift Terapisi hizmetimizden yararlanarak ilişkinizin dinamiklerini birlikte keşfetmek için, ister bu değişimi başlatmak üzere tek başınıza Bireysel Terapi  yolculuğuna çıkmak için adım atın; bu, “biz” olabilmek için attığınız cesur ve değerli bir karardır.   

Bloom Psikoloji’de, Psk. Dr. Fatma Kayım ve Klinik Psikolog Mustafa Şen gibi Aile ve Çift Terapisi  alanında uzmanlaşmış ekibimiz, size ve ilişkinize rehberlik etmeye hazırdır. Duygu Odaklı Çift Terapisi (EFT) , Stratejik Aile Terapisi ve Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) gibi kanıta dayalı, suçlayıcı olmayan  yaklaşımlarla, ilişkinizin ihtiyaç duyduğu o güvenli alanı  yaratmak için buradayız. Değişimi başlatmaya hazırsanız, ilk adımı atmak için bugün bizimle iletişime geçin.